Denizli tekstilinin kökü sayılan Babadağ, yolu olmayan bir dağ köyüyken içinden çıkardığı girişimcilik ruhu ile bir ülkenin önde gelen tekstil şehrinin oluşumuna lokomotif olmuştur. Bunu yaparken bırakın çalışacak işçiyi veya ürününü satacağı müşteriyi bulmayı makinesine takacağı ipliği bile bulamama zorluklarını aşarak bugün on binlerce kişinin çalıştığı, yüzbinlerce kişinin ekmek yediği bir sektöre sebep olmuştur.
Kliması olmayan otobüslerle yurdun her köşesine bir atlet bir pijamayla gidip bugünlere yol açmak başarı değil de nedir? Bu şeyleri başka bazı şehirlerde başka şekillerde yapmıştır muhakkak. Onları hor görüp şehrimi içi boş bir şekilde övmek değil amacım. Ancak o şehirlere bakıldığında elde edilen başarının kökeni ya toprak ağalığına ya da belli büyük şehirlere yakın olmaya dayanmaktadır. Çok azında bizde olduğu gibi emek, azim ve umut asıl sermaye olabilmiştir.
Ancak son yıllarda başka bölgelere verilen, rekabeti haksız yapan teşviklerle; bizi biz yapan sektöre karşı devletin hor görür tutumuyla; herkesin aynı konulara yaptığı yatırım cahilliğinden kaynaklanan gereksiz arz fazlası durumla bir şekilde yerinde sayan bir noktaya geldik. İçinden nasıl çıkacağımızı tam olarak kestiremediğimiz sevimsiz ve bizi artık şevksiz bırakan bir yerinde sayma. Bu durum lokomotif sektörümüze has bir durum da değil açıkçası. Aynı sorun demir çelik sektöründe de var, kabloda da. İlerleyemiyoruz. Yerimizde ısrarla sayıyoruz.
Bu konuda elimizi kolumuzu bağlayan en önemli sebeplerden biri de eğitilmiş iş gücümüzün her yıl eksilmesi. Bu eksilme sadece kolay emeklilik imkanından kaynaklanmıyor. Ya da eğitim sistemimizin kötülüğü de değil tek sorun. Genç nesilleri imalat sektörüne çekecek motivasyondan uzağız. Onun yerine çalışma hayatına başlayacak genç dostlarımızı sürekli olarak kapanan ve gelecekte çok hızlı bir şekilde çökeceğini düşündüğümüz alışveriş merkezi mağazalarına ait hizmet sektörlerine kaptırıyoruz. Nasıl ayakta kaldıklarını anlamakta zorlandığımız bu mağazaların suni ışıklı, genelinde ithal ürün satan markaların yer aldığı, kliması dengesiz, yemek katı bayat yağ kokan ortamlarına kaptırıyoruz. Bu kadar hor gördüm diye insanlar kırılamazlar umarım.
Ancak anlatmak istediğim sanayiciler olarak yarattığımız ortam veya geleceğe ilişkin verdiğimiz ümit o kadar acınacak düzeyde yer alıyor ki insanlar imalat sektörünü tercih etmeyi akıllarına getirmektense şanslarını önce devlet dairelerinde, olmazsa da hizmet sektöründe deniyorlar. Orası da mutlu etmezse sanayide çalışmaya geliyorlar. Bir ülkenin geleceği imalat sektöründeki başarısı ile ölçüldüğü düşünülürse bu düğümü çözmenin zamanı çoktan geçmiş durumda.
Devlet teşvikler yapmalı, STK lar öncü olmalı, eğitim kalitemiz artmalı. Tamam bunları hepimiz biliyoruz da acaba kaçımız üzerimize düşeni yapıyoruz? Kaç işletmemizde yeni üniversiteyi bitirmiş arkadaşımızı iş öğretecek deneyimli başka bir çalışanımızın yanına veriyoruz? Tecrübeli çalışan arkadaşlarımız yeni gelenlere ümit mi veriyor yoksa arkana bile bakmadan kaç, edebiyatı mı yapıyor? Kaçımız bu kadarını kontrol ediyoruz? Kaç işletme sahibimiz yeni okulunu bitirmiş bir arkadaşın eğitim kalitesini hor görmek yerine ona iş ile ilgili, işin felsefesi ile ilgili danışmanlık yapıyor? Gelen meslek lisesi mezunu arkadaşı eğitmek için ne kadar kaynak ayırıyoruz? Kaçımız bizi arayan meslek lisesi müdür veya yöneticisinin telefonlarına çıkıp isteklerini dinliyoruz? Ya da her 2 senede bir oy istemek için firmamıza gelen siyasetçilerden kaçımız meslek liselerinin teçhizatlarının iyileştirilmesini istedik? Kaç sanayi kuruluşumuzda eğitim bandı var? Kaç işletmemiz beyaz yaka personelin eğitimi için dışarıdan destek alıyor? Maliyetini birçok durumda devletin karşıladığı bu eğitimleri mağazacılık sektöründe birçok kurum veriyor ama. Kaçımız bu eksiklik için personeli ile görüşüp sorunlarını dinliyor? Kaç işletmemizde işveren ile çalışan aynı yemeği yiyor? Verilen yemek kalitesi ile övünebilecek kaç işletmemiz kaldı? Kaç konfeksiyonumuzda veya kaç işletmemizin sunduğu servis imkanında klima var? Yenileme yatırımı yaparken operatöre önem verdiğimizi gösterip kaçımız fikrini soruyoruz? Yoksa sigortasını tam yatırıyoruz, maaşını da zamanında veriyoruz. Bu kadarı yeter mi diyoruz?
Özet olarak söylemek istediğim şey şudur. Geçmişte makinesinde kullanacağı hammaddeyi bulamayan atalarımızdan bize kalan mirasa ihanet etmemek için çalışanlarımıza yatırım yapmak zorundayız. Bunun için de sadece devlet imkanlarını değil, kendi imkanlarımızı da en üst düzeyde kullanmak zorundayız. Sanayisi olmayan ülkeler az gelişmiştir. Ve insan olmadan da sanayicilik olmaz. Bu yüzden şikayet etmeyi bırakmalı ve üzerimize düşeni yapmalıyız. Aksi durum çocuklarımıza ihanet etmek olacaktır.
댓글